Taceddin Dergahı’nda yüreğinin ızdırabını kelimelere döken büyük şair Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı Milli marşımız bir marş olmadan öte, Türk’ün yedi düveli dize getirişinin de belgesidir.
 
         Büyük Akif, “Allah bu millete bir daha İstiklal yazdırmayı nasip etmesin.” derken, Türk milletinin çektiği ızdırabı ve o ateşle imtihanın unutulmamasını da yazdığı İstiklal Marşımızda sembolleştirmiştir.
 
         Her bir satırı şehit kokan, bayrak kokan, hürriyet kokan marşımız; aynı zamanda Türk milletine ecdadımızın bir vasiyeti ve kutsal emanetidir. İşte bu sebeple ben meseleyi sadece resmi bir tören anlayışından daha ziyade bir neslin dirilişi ve özüne dönüşünü İstiklal Marşımızın her satırında görmekle kendimi mükellef sayıyorum. Bu anlayışın bütün Türk milletinde iktizası adına neslimizin milli ve ahlaki değerlerine sahip çıkması gerektiğini söylüyorum.
 
         İstiklal Marşı’nı bir yazı ile anlatmak veya böyle bir iddiada bulunmak en basit ifade ile milli mücadelenin ruhunu anlayamamakla eşdeğerdir.
 
         Çünkü o marşın her bir satırında, her satırın her bir kelimesinde Türk’ün imanı ve kanı ile yazdığı altın destanın ötelere kanat çırpması vardır.
 
         Çünkü İstiklal Marşı’nda Türk’ün kaderi, Allah’ın o kadere yüklediği misyon ve o misyonun yeniden dirilişi vardır.
 
         Çünkü İstiklal Marşı’nda, buram buram Türk, buram buram İslam hatta buram buram cennet vardır.
 
          Ama meselenin şuurunu ve fedakarlığını yansıtma adına zannederim şu misal yeterli olacaktır:
         “Milli mücadeleden sonra Mustafa Kemal Paşa Adana’ya bir gezi düzenler. Gezide vali bey Adana yalılarını gösterir. Paşa ile vali arasında şöyle bir diyalog yaşanır:
         _Vali bey, bu yalı kimin?
         _Ermeni Etyen Efendinin paşam.
         _Şu konak kimin?
         _Rum Yani Efendinin paşam.
         Mustafa Kemal Paşa ve heyet biraz ilerleyince yıkık bir virane görürler. Paşa yine sorar:
         _Peki bu virane kimin?
Vali mahçup cevap verir:
         _Recep Çavuş’un Efendim.
         Paşa kaşlarını çatıp “Tez elden Recep Çavuş’u getirin.”, der. Kısa bir süre sonra yırtık pırtık elbisesi, kasketi bağrında, bir aya topal, gözünün biri görmeyen, sol kolu yarıdan kopmuş vaziyette Recep Çavuş gelir. “Beni emretmişsin Paşam.”, der.
         Mustafa Kemal biraz da kızgın bir eda ile konuşur:
         _Recep Çavuş, Ermeni Etyen bu yalıyı alırken, Rum Yani şu konağı yaparken sen nerelerdeydin? Neden böyle konaklar yaptırmadın?
         Recep Çavuş’un cevabı anlamlıdır:
 
         _Paşam, beni hatırlamadın mı? Bunlar o konakları yaptırırken ben Anafartalar’da senin yanında gözümü verdim. Dumlupınar’da ayağımı, Sakarya’da kolumu bıraktım.
 
         Bu vesileyle Mehmet Akif Ersoy’u rahmetle, minnetle şükranla yad ediyor; ardından Fatihalar gönderiyorum.