İnsanların birlikte yaşaması sosyal bir ihtiyaçtır. Ama bu yaşam şeklinin nasıl olması gerekliliğini nedense bir türlü çözümleyemedikleri için, sadece varsayım ve zanlarla sağlanan bir birliktelik de bu toplumun sağlıklı ve huzur için de yaşamasına hem engel oluyor, hem de gittikçe çekilmez bir hal almaya başladı.


Aslında sebebi belli olan ve insan kafası ile bu kavganın bitmesinin mümkün olmadığını artık kabul etmemiz lazım. Lazımda nasıl sulh sükûn sağlayacağız bilen yok. Biri çıkıp da bir fikir ortaya koysa, bu fikir üzerinde istişare edecek kapasitede insan yok. Çünkü her kez kendi aklının doğru olduğuna emin. Vay halimize, önümüzde hiç ışık yok demek.

Bu kavganın sebebi nedir diye sorsam her kez bir suçlu bulacak mutlaka ama insanın kendisi sanki sütten çıkmış ak kaşık. Suçun kendimizde olduğunu kabullenemediğimiz için ve sorumluluktan kaçtığımız için işimiz zor.

İnsan kendini bilmediği için; bilemediği bir şeyin de çözümü olmaz. En büyük düşmanının nefsi olduğunu öğreninceye kadar da ömrü biter.
İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun).

Şeytan, emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim. Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
Hâlbuki insanlar işledikleri günahların suçunu hep iblis’e yükler. Nasıl oyuna geldiklerini bilmezler.

Yaradılışımızdan nefs açısından kargaşa içinde olduğunu da bilmez insan.

TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.

(Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şaki olmaz.”
Düşmanlık yeryüzünde başlar, biz Allah’ın yardımını alarak sulh sükûna ulaşmamız gerekmektedir. Allah insanların Âdem AS’ dan beri birlikte olmasını dilemiş nasıl olacağını da belirtmiş.

ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrahim’e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahy ederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Bizim birlikte olmamız ve fırkalaşmamamız için Allah şeriatını vahy etmiş birlik beraberlik içinde olmamızı istemiş. Vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.”  Allah birlik beraberlik istiyorken, bugün insanlar istemiyor, çünkü insanların çoğu şeriata karşı. Yani insanlar birlik beraberlik içinde olmayı değil, kavga ve husumet içinde olmayı tercih ediyor. Fakat ne yaptığını farkında değil.

Şeriata karşı olup da Müslüman’ım diyen o kadar insan var ki. Şeriatın da manası dinimizi, Kur’ân da vahy olunan gibi yaşamamız. Nede olsa bugün İslam’ın 5 şartı ile dinini yaşadığının zannın da olan çok kişi var. Şeriatı bilmiyor ve yaşamıyor ve birlik beraberlik(tevhit)de olmuyor.

Kur’ân ı yaşayabilmemiz için Allah şartını, ikinci surenin en başına koymuş.

BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).
İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.

Birlik beraberliğimiz ancak Kur’ân‘ın hayatımıza tatbik etmemiz ile olacaksa o zaman iki şeyin sahibi olmamız lazım. Hem takva sahibi olmamız hem de hidayette olmamız lazım.

İyide bugünkü dini eğitim de, takvanın da hidayetin de ne olduğu ve nasıl sahip olunacağı öğretilmez. Demek ki bu güzel ülkemizin birlik beraberlik için de olmasını istemeyenler başarmışlar, ülkemizi kargaşa içinde bir iç çatışma haline getirmişler.

Sizce ülkemizde birlikteliği sağlamamız, Kur’ân çerçevesinde mümkün mü?

İŞİMİZ ALLAH’A KALDI. EKÂBİRLER’İN BİRBİRİNE OLAN KİNİ, TAHKİKİ İMANI BİLEMEMELERİ BİZİ BİTİRECEK KORKARIM.