Ülke gündemini 10 Ekim Ankara katliamı başta olmak üzere şiddet ve savaş koşullarına öyle bir battı ki ekonomik krizin yaklaşan ayak sesleri duyulmamakta.Ekonomik krizin emarelerine geçmeden Cumartesi  Ankara da yaşamını yitiren 128 insanımızın aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, acılı ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyor, yaralı arkadaşlarıma acil şifalar diliyorum.

 

       Evet, 7 Haziran sonrası ülkemizde, hızla siyasal dengelerin alt üst olduğu, yönetememe krizinin derinleştiği, iç savaş dinamiklerinin açığa çıktığı bir sürecin içine girdi. Aynı süreç ekonomide çoklu kırılganlığın önünü açtı. Bugün siyasal ve ekonomik krizin iç içe geçtiği bir konjonktürü yaşıyoruz. Savaş politikaları, dışsal kırılganlıklar, döviz şokları, küresel finansal türbülanslar ve yapısal sorunlar ekonomide büyük zafiyetler yaratıyor.

 

      Ülke ekonomisi çoklu risk anaforu içinde. Dış borç stoku 403 milyar dolara yükseldi. Bu rakam GSMH’nın yüzde 53’ünü oluşturuyor. Kritik oran GSMH’ın yüzde 50’si kabul ediliyor. Bu borcun yaklaşık yüzde 40’ı ise kısa vadeli borçlar. Kısa vadeli borçlarında çok yüksek bir oranı, özel sektörün borcu olarak dikkat çekiyor. Ülkemizde cari açık 2015 in ilk yedi ayında (gerileme içinde olsa da) 25,4 milyon dolar seviyesinde. Cari açığın GSMH’ya oranı bu yıl yüzde 5, 4 olması bekleniyor. Cari açık Türkiye ekonomisinin en önemli sorunu olmaya devam ediyor.

 

      İşsizlik oranı yüzde 9.3 seviyelerinde gösterilse de gerçek oran 15’lere ulaştı. Enflasyon oranı yüzde 8’e yaklaştı. Enflasyon, kurlarda yaşanan fırtınayla birlikte yeniden tırmanmaya başladı. Büyüme oranı yüzde 2 -3 patikasında seyrediyor. 2015 sonunda bu oranda hızlı gerileyişler yaşanırsa şaşırmamak gerekiyor. Dünyada petrol ve gıda fiyatlarında ciddi düşüşler yaşanırken, Türkiye ‘de fiyatlar giderek artıyor. Ekonomik dengesizlikler derinleşiyor.

 

       Dövizde durum tarihinin en yüksek eşiklerini aşmış durumda. Dolar bügün için 3.000 barajına otursa da, siyasal krizin derinleşmesi, FED’in faiz oranlarını yükseltmesi ve Çin merkezli finansal türbülanslar gibi faktörlerle, yıl sonunda ya da 2016 başında 3.500 TL ye ulaşması işten bile değil.

 

      Bununla birlikte kısa vadeli borçları dolar ve avro üzerinden olan KOBİ ler ve birçok büyük şirket, son derece ciddi döviz sıkıntısı içerisinde. Döviz şoklarının devamı, marka adı olan şirketler dâhil, bir dizi şirketin iflasını beraberinde getirecektir. Bunun biz emekçiler için anlamı   toplu işten çıkarılmalar, işsizlik ve daha fazla yoksullaşmadır.

 

      Ülkenin dış borcunun hızla artacağı bir konjonktüre girdik. Kısa vadeli dış borcu ödeyecek yeterli gelirinin olmaması ve döviz rezervlerinin yetersizliği, yeniden dolar bazında borçlanmanın önünü açacaktır. Merkez Bankası’nın 2015 Haziran verilerine göre brüt döviz rezervi 100 milyar dolar. Rezerv kısa vadeli borçları karşılayacak potansiyele sahip değil. Türk lirasının değer kaybetmesi ilk bakışta ihracaat artışına yol açabilir gibi bir eğilim yaratsa da,  ülke ekonomisinin ihracat gerçekleştirmek için bile ithalata yüksek derecede bağımlı olması, birçok sorunu beraberinde getiriyor.

 

      Kapitalizm dünya ölçeğinde genelleşmiş krizinin bu evresinde sermaye gelişmekte olan bizim gibi piyasaları hızla terk ediyor. Türkiye’nin içinde olduğu kırılgan 5’li ya da 8’li ülkelerden güvenli pazarlara, merkez ülkelere/ “anayurtlarına” dönüyor. Son 1 yıl içinde 1 trilyon dolarlık fon periferi ülkelerini terk etti.

 

      Ülke ekonomisinin dış kaynağa yapısal bağımlılığı düşünüldüğünde, sermaye hareketlerinde görülen bu salınımın sert ve yıkıcı sonuçlar doğurması an meselesidir. Merkez Bankası verilerine göre 2015’in ilk sekiz ayında net sıcak para çıkışı, 6 milyar doları buldu. Yapısal krizin dışa vurduğu 2008 yılında bu rakam 4,2 milyar dolardı. Bu derece hızlı çıkış bile sarsıcı sonuçlara yol açabilir. Sıcak para çıkışının yılsonunda 10 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Özellikle FED’in faizleri yükseltmesi sıcak para kaçışlarını hızlandıracaktır.

 

      Ülkemiz ekonomisinin dışa bağımlılığı iki mekanizma üzerinden gelişiyor. Birincisi iç talebi dış kaynak belirliyor. İkincisi üretimin realizasyonu ağırlıkta ithalata bağımlılık üzerinden şekilleniyor. Sermaye girişlerinde yaşanan ani yavaşlamalar ya da net çıkışlar en başta ekonomik durgunluğa yol açıyor, sermaye çıkışların artması krizleri kaçınılmaz kılıyor.

 

 

     Sözün özü özeti ülke ekonomisi birbirini etkileyen ve senkronize eden çoklu bir kırılganlık içinde. Siyasi, jeo-politik riskler bu kırılganlığın her an yıkıcı bir krize dönüşmesini beraberinde getirecektir. Sıcak para girişiyle ötelenen kronikleşmiş cari açık sorunu olduğu yerde her geçen gün daha da büyüyerek duruyor. Savaş ve şiddet sarmalına ekonomik krizinde eklenmesiyle yaşanacak gelişmeler hiç iç açıcı görünmüyor.