Dünyayı esir alan Koronavirüs (COVIT-19) hastalığı, 2019 yılının Aralık ayında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktı. Sonrasında sınır komşularımız; Yunanistan, Bulgaristan, İran, Irak ve İtalya olmak üzere tüm dünyada hızla yayılmaya başladı.

Dünya, korkunç bir salgın ile karşı karşıyaydı ama Türkiye’de hayat normal şartlarda seyrediyordu. Hızla yayılan hastalık nedeniyle dört bir yanımız Korona ile kızarmışken, Türkiye, harita üzerinde bembeyaz parıldıyordu. Sanki bu hastalık bizi teğet geçiyordu.

Hükûmet ufak tefek önlemler almaya, komşu ülkelerle kara sınırlarını kapatıp, virüs salgını olan ülkelerle uçuşları kısıtlamaya başladı. Ama bu önlemler yetecek miydi?

27 Şubat’ta Suudi Arabistan, Umre ziyaretlerini durdurdu. 2 Mart’ta ülkede ilk Koronavirüs vakası tespit edildiğini açıkladılar. Diyanet, Ocak ayının başından Şubat sonuna kadar binlerce insanın kafileler halinde umre ziyaretine gitmesine izin vermişti. Hâlâ 21 bin umreci Suudi Arabistan’daydı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, umrecilerin, 15 Mart itibarıyla tamamının döneceğini bildirdi. Bu bir felakete neden olabilirdi. Nitekim döndüler ve bir kısmı öğrenci yurtlarında karantinaya alındı. Çoğunluğu evlerine gönderildi. Dönüş yapan umreciler arasında kaç kişinin virüs taşıdığını bilmiyoruz. Diyanet, dünyada Koronavirüs salgını olduğunu bile bile umreye gidilmesine izin verdiği için hem bu insanların hem de dönüşte taşıdıkları bulaştırma riski nedeniyle Türk halkının hayatını bilerek ya da bilmeyerek tehlikeye atmıştı.

Diyanet’in kusurları bununla da sınırlı değildi. Camileri kapatmadı. Binlerce insan Regaip kandilinde camileri doldurdu. Cuma namazları da kesintisiz devam ediyordu. Dünya virüs salgınından kırılırken yurdumun insanları yan yana saf tutuyorlardı. Vatandaşın ise dünyadan haberi yoktu; olsa da umurunda değildi. “Bize bir şey olmaz!”, “Biz Müslümanız. Müslüman’a virüs bulaşmaz!” düşünceleriyle ortalıkta dolaşıyordu.

Koronavirüs salgınının, sanıldığı gibi Türkiye’yi teğet geçmediği 10 Mart 2020’de anlaşıldı...

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, gece yarısı Türkiye’de ilk korona vakasının görüldüğünü açıkladı. Ertesi gün virüsten korkmayan ama aç kalmaktan korkan vatandaş marketlere hücum etti. Makarna, kuru bakliyat, sıvı sabun, kolonya vb. rafları boşalttı. Bakan, yedi gün sonra da vaka sayısının 98’e ulaştığını ve ilk kaybımızın yaşandığını bildirdi. Dün itibariyle (21 Mart) vaka sayısı 947, hayatını kaybedenlerin sayısı ise 21 olarak açıklandı.

İlk günden itibaren Sağlık Bakanı’nın halkı sürekli bilgilendirmeye çalışması insanları rahatlattı. Ancak, bakanın açıkladığı sayılar doğru muydu? Türkiye’de yeterince test kiti var mıydı? Bu hastalığı atlatamayan insanlar, nefessiz kalarak yani boğularak öldüklerine göre, hastanelerde yeterli solunum cihazı var mıydı?

83 milyonluk ülkede hastalığa yakalananların sayısı bilinmiyor. Kişilerin hangi bölgelerde olduğu, ölenlerin isimleri ki eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman hariç, bilinmiyor. Yalman Paşa’yı da gazeteci saygı Öztürk açıklamasa kimsenin haberi olmayacaktı. Devletin, panik olur endişesiyle gerçekleri saklaması ne kadar doğru, tartışılır...

durdurulabilmesi için insanların evlerinden çıkmamaları gerekiyor. Ancak yurdum insanı bu; yasak tanır mı? Marketlerde, toplu taşıma araçlarında, cenaze namazlarında, asker uğurlamalarında, deniz kenarlarında fink atıyor, ormanlarda piknik yapıyor. Risk gurubunu oluşturan 60-65 yaş üstü vatandaşlar, toplu taşıma araçlarıyla şehir içinde diledikleri gibi seyahat ediyor. Dış hat uçak seferleri durduruldu ama iç hatlar devam ediyor. Okulların kapanmasını tatil zanneden insanlar, otobüs terminallerini doldurdu.

Nihayet geç olsa da camiler, Cuma namazı ve kandillere kapatıldı. 65 yaş üstüne seyahat yasağı getirildi. Ama yurdum insanı camilerin kapatılmasına şiddetle itiraz etti. “Camiler Allah’ın evidir. Oraya virüs giremez!” Ya da “Camilerin içinde melekler var. Oraya virüsün girmesine engel olurlar” gibi cahil cehaletiyle işi camilerin kapılarını kırmaya kadar vardırdılar.

Sormak gerekmez mi? Nasıl bir güç, ülkeleri kapatıp, tüm dünyayı karantina altına alabilir? Süper güç Amerika mı? Rusya’ mı, Çin mi? Yoksa 21. Yüzyıl teknolojisi mi? Hem de gözle görünmeyen bir virüs ile…

” Hiç kuşkusuz, bunda, işaretlerden anlam çıkaranlar için ibretler vardır.”

Bilimin, cehaleti yerden yere vurduğu bu günlerde, Kur’an yine göklere çekildi. Yurdum insanı, ayetleri ne diyor diye merak etmiyor. Onlarca ayetinde bilime işaret eden ve “Hiç düşünmez misiniz?” “Aklınızı çalıştırmaz mısınız?” , Görmüyor musunuz? Bakmıyor musunuz?” diye defalarca uyaran ayetleri görmezden gelip, “Boşveeer!” diyor. “Biz, Müslümanız. Bize bir şey olmaz!” Sonra da elin “kâfir” memleketlerinden aşı ya da ilaç bulmasını bekliyor.

Hanımlar, beyler! Bize bir şey olur! Nasıl ki Çinliye, Amerikalıya, İtalyan’a, İranlıya, bir şey oluyorsa, bize de olur ve oluyor da… Bize bir şey olmasa bile virüs taşıyıcısı olarak sevdiklerimize bulaştırırız ve onlara bir şey olur; ölümlerine sebep oluruz.

Bizi cehalet öldürür ama bilim yaşatır.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 22 Mart 2020