Ülkemizin doğusu, en az bizim kadar bölgenin ve bu bölgede çıkarı olanların da gözünü diktiği bir yerdir.
 
Bu sebepten olsa gerek ki, tarihin akışına mim koymuş, yeri geldiği zaman düzeltmeleri yapmış bir milletin, tarihindeki ihtişamdan çekinen Haçlı zihniyeti ve bu zihniyetin – bilerek veya bilmeyerek- taşeronluğunu yapan yerli işbirlikçilerin yeni senaryosu artık aşikar olmuştur. Bu yeni tezgah bir tekerrürden ibarettir. Tekerrür edilmeye çalışılan oyun “ Böl, parçala, yut; yutamıyorsan yönet.”, anlayışıdır.
 
         Emperyalist güçler bu senaryolarına “Şark Politikası” adını vermişlerdir. Bu sebeple, Türk Milletinin geçmişini unutmasını, tarihle olan bağını koparmasını, birlik ve beraberliğinin bozulmasını, içerde insanlarımızın birbirine düşman hale gelmesini istiyorlar. Bu haince temennilerini gerçekleştirebilmek için de aklın almayacağı yollara başvuruyorlar. Sürekli gündemde tuttukları mevzuu da Güneydoğumuza “siyasi bir çözüm” bulunması çabalarıdır.
 
         Özellikle AB sürecinde yapılan dayatmaların insan haklarının gereği olduğunu, Türkiye’nin bir mozaik olduğunu, bu mozaikte bulunan alt kimliklerin kültürel haklarıyla kimlik haklarının verilmesi gerektiğini, bunun için de şu anda olmasa bile önümüzdeki on on beş yıl içinde Kürdistan devletinin tabii bir hak olduğunu dillendirmektedirler.
 
         Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, devletin elinin zayıf kalması emperyalist güçlerin tarihi bir misyonu olmuştur. 1800’lü yıllardan itibaren, özellikle İngilizler oldukça sistemli bir şekilde bölgeyi misyonerler, ajanlar, arkeolog sıfatlı ajanlar, barış gönüllüleri gibi bir takım sıfatlarla bölgeyi karıştırmıştır. Bu faaliyetlerine, Türkiye’nin iç dinamiklerinin denge zaafı yaşadığı dönemlerde daha da hız vermişlerdir.
         “Hempher diyor ki; Büyük Britanya’mız çok geniştir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistân, Çin ve Ortadoğu’daki sömürgelerinde nispeten zayıftır. Bu memleketler, tam manâsı ile idâremizin altında değildir. Fakat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbîk ediyoruz. Şark vilayetleri kontrolümüz altındadır Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:
1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmağa çalışmak
2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeğe çalışmak.”
         Bu zihniyet hiç değişmemiştir. 1787 yılında Roma Katolik kilisesi “Kürt dili gramer ve sözlüğü”nü Gavzo’ya yazdırırken tamamen bir haçlı zihniyeti ile hareket ediyordu. Özellikle Fransa’nın desteklediği “Ermeni-Kürt ortaklığı ve işbirliği” konseyi, 1948’de resmi destekle kurulan “Kürt Etütler Merkezi” gibi girişimler bugün de devam etmektedir. Nitekim Temmuz 1993’te Le Monde gazetesinde “Haçlı seferleri yolu üzerinde” başlıklı yazı dizisi, Türkiye’de Kürtleri ve Alevileri azınlık gibi göstermekte, Amerikan kongresinde dağıtılan CIA’nın çizdiği Kürdistan haritası batının niyetini ortaya koymaktadır.
         Türkiye’yi dünya haritasından silmeyi hedef alan siyasi güçlerin Bab-ı Ali uzantılı ve tombala politikacı destekli şarlatanları “Siyasi çözüm”, “Demokratik çözüm”, “ Soykırımı kabul”, “Azınlıklara Kültürel haklar”, “özerklik ve düşünce hürriyeti” (Sadece Türk’e küfredenlere tanınan bir hürriyet) gibi konuları canlı tutarak Türk milletinin direncini kırmayı hedeflemektedirler.
 
         Bu anlayış, bölücüleri cesaretlendirmekte, her geçen gün, ifade ve eylemleri ile küstahlaşmaktadırlar.
 
                   Millete küfreden “demokrasi var” diyor, vatanı bölen “demokratik haklarını kullandığını” söylüyor, dini değerlere iftiralarla, karalamalarla saldıranlar “demokratik hürriyetten” dem vuruyor. Yani her ne kadar rezil iş varsa demokrasi adına işleniyor.
 
         Bunun adına demokrasi değil, bal gibi “ Bölücülük” derler.
 
Çünkü demokrasi kahramanlığı yapan ABD ve ülkemizdeki uzantıları aslında servetine yeni servetler katma ve Türkiye’yi bölme derdindedirler. Üstelik Türkiye’mizde “halklara hürriyet” tezgahtarlığı yapanlara bakıyorsunuz ki, pek çoğu eski sosyalist yeni kapitalist bu zevat bazen ulusalcı(!), bazen Atatürkçü(!), bazen Laikçi(!), bazen de cumhuriyetçi(!), maskeleriyle arz-ı endam ediyorlar piyasada…
 
         Öyleyse milletimiz bu zihniyeti iyi tespit etmeli ve fitneye sebep olandan da fitneyi çıkarandan da hesap sormalıdır. En azından Hünkar Hacı Bektaş’a kulak verip “bir olalım, iri olalım, diri olalım” diyebilmelidir.