Çocuk ölümlerinin gün be gün artığı bir dönemden geçiyoruz. Gerçekleri ne kadar karartırsanız karartın kendini gösterecek alanları buluyor. Son Beyaz Şov vakası en iyi örnektir. 58 çocuğun ölümüne “batının” sessiz kalmaması talebini içeren konuşma ve sonrasındaki gelişmeler ülkede baskı ve şiddetin geldiği son noktayı göstermesi açısından ibretliktir.

 

     Suruç bombalaması ardından devreye sokulan “güvenlikçi politikalar” sonrası yaşadığımız Ankara katliamı! Acımızı, öfkemizi hesap sorma karalılığımızı büyüttü elbet. Kaybettiklerimizin gözlerinde söndürülmek istenen ışık, mücadelemizi aydınlatacak bir fener olarak hep yanımızda olacaktır. Ebetteki unutmayacak, unutturmayacağız!
Bu baskı ve şiddet sarmalına nasıl girdik? Bu nasıl bir saldırganlıktır? Bu infazları gerçekleştirenler nereden ve kimlerden gücünü almakta?

 

       Genel olarak ülkemiz özelinde son 15 senede gerçekleşen mali birikimin ihtiyaçlarına göre AK Partisinin şekillendirdiği dindar toplum yaratma ve onun üzerinde tam egemenlik kurma girişimi, her adımıyla baskı ve zoru, tek adam yöntemlerini dayatarak bir sarmal biçiminde genişletilmiş olarak yeniden üreten politik söylemler bugünlere gelen yolun taşlarını döşedi.

 

       İçerde ve dışarıda attıkları her adımda siyasal krizi derinleştirerek kendilerini de geri dönülmez bir şekilde bağlayan, “neoliberal muhafazakârlıktan” bir Sünni selefi modellemeye dönüşen siyasal iktidar, içeride tekelci mali birikim sağladığı gruplara sırtını yaslayıp, bölge devletlerinde yaşanan kaostan da Sünni eksene dayanarak bölgesel güç olarak çıkacağı hayalini yayma gayretini sergiledi. Başta politik bir manevra olan ve kullanışlı görünen Sünni eksenden sonuç alamayıp başarısız oldukça uzayan süreçte –ideolojik akrabalığın da kolaylaştırıcılığıyla- onun radikal çete unsurlarının pozisyonuna kaymayı doğurdu.

 

      Suriye’de girilen ilişkilerin içinde, içerde de sıkıştıkça Sünni ideolojiye daha fazla yanaşmaları, IŞİD gibi dinci çeteler açılan alanlar, ya bizden yanasınız ya düşman politikaları doğal ki baş düşman olarak kendisine Kürtleri sol ve demokratik kesimleri alacaktı. Siyasal iktidarın dilinde Gezi günlerinden beri katli vacip ilan edilen Kürtler ve solculara saldırılar teşvik edildi. Kriz derinleştikçe de saldırıların şiddeti bastırma gerçekleştiremediği için sürekli yükseltildi. Sonuç sokağa çıkma yasakları! Mahalle ve semtlerin bombardıman edilmesi.58 çocuk yüzlerce insanın öldürülmesi.

 

      Sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucu olarak yoksullaşan yığınları kontrol altında tutmanın pratik çözümü olarak görülen “tek adam” yönetimi formülü topluma dayatıldıkça baskı ve şiddet uygulamalarının da dozu artırıldı. Ve işte gelinen nokta: kentlerinin yakılıp yıkılması, sivil katliamları ve intikam savaşına dönüştürülen bir Kürt meselesinin halli.

 

      Beyazıt Öztürk’ün  çalıştığı kanalın ana haber programına  çıkıp “özür dilemesi”ni dayatan irade bir bütün olarak topluma da kendine biat etmeyi dayatmakta. “Ayşe öğretmen” üzerinden yürütülen linç kampanyası devletin bölünmez bütünlüğüne milletin tekliğine dayanan ideolojinin etkilediği yığınların düşman gösterilen topluluklara neler yapa bileceğinin göstergesi olması açısından düşündürücü olduğu kadar geldiği aşama açısından korkunçtur.

      Dilim varmıyor söylemeye ama suçun çoğu bizim. Suçluyuz, bebeler öldürülürken sustuğumuz için. Suçluyuz, haklı olan taleplerini desteklemediğimiz için. Suçluyuz, anadilinde eğitim hakkını savunmadığımız için. Suçluyuz, insanlık onuru ayaklar altına alınırken seyirci kaldığımız için. Suçluyuz, kirli savaşa dur demediğimiz için. Suçluyuz halkların eşit, özgür, gönüllü birlikteliğini savunmadığımız için. Bugün bölge halkının yaşadığı acıları dillendirmek bu acıları yaşatanlara dur demek suçlarımızdan arınmak için tek seçeneğimiz. Arınmak için bulunduğumuz tüm platformlarda barış hemen şimdi şiarını yükseltip başta çocuk ölümleri olmak üzere hiçbir insanımızın ölmemesi için avaz avaz barış çığlılığı atmalıyız.

 

      Anaların akan gözyaşının dinmesi, babaların evlatlarını gömmemesi için tüm vicdanlı yüreklerin baskı ve zor politikalarına teslim olmaması, insanlık onurunu dimdik ayakta tutma mücadelesine omuz vermeleri gerekmektedir.