22 Mart 1996 yılında babam vefat etmişti. Yıllar aktı. Geçti. Ne özlem bitti. Ne acı tükendi. Yaşamın güncelliği içinde günler akıyor. Keşke babam yaşasaydı diye o kadar çok kez usuma geliyor ki…. Kiminde ona özgü gülmesini özlüyorum, kiminde sinirlendiği anları düşlüyorum, kimin de mesai bitip eve gelince çocukluğum da pencereden adımı seslenerek eve gelmem gerektiğini haber veren sesini özlüyorum.  Kiminde okumam için verdiği öğütleri geliyor usuma,  Yaşasaydın da babam yine bana en doğru ve gerçek eleştirilerini de, sevgini de,  önerlerini de söyleseydin diyorum. 
 Babamın vefatından sonra bir boşluğu hep hissettim. Biliyorum ki her kişi anne  ve babası için benzer düşünceleri dile getirir. Çünkü onlar bizim yaşamımızın başlangıcından yaşamdan kopuş anına kadar varlığımızın en yakın canlılarıdır. Canlarımızdır.  Tüm anne babalar çocukları için vardır ve o var oluşlarındaki özü özelliği onlardan mahrum kalınca daha net anlamak ve tanımak olasıdır.
 Annem Kadriye Gürer ömrü uzun olsun en azından haftada bir ziyaretine giderim. Elini öperim. Her zaman ki içtenliği ile sevgisi ve duasını alırım. Ayrı bir mutlu olurum ve her kere babamı da bir kesit ile anarız. Bedenen aramızdan ayrılsa da yaşadığım sürece babam bizimle yaşayacaktır. Onu bilir, ona inanır ve en azından tesellimiz onunla yaşadığımız güzel anları anarak anılarını yaşatırız.
Babamların kuşağı çok zor dönemin insanları, savaşlar, yokluklar, acıların içinden yoğrulup gelmişlerdir. Babam 64 yaşında vefat etti.  Öğrenciliğinden vefatına değin yaşam mücadelesi ile geçen bir ömrü oldu. Ben ve iki kardeşim mühendis olduk. Babam ve annemin fedakârlığı, emeği tanımsızdı. Onlar içinde ne yapsak azdı. Babam vefatından önce emekli olmuş, en azından çocukları torunları ile mutlu bir yaşama adım atmıştı ama amansız hasatlık onu bizden kopardı aldı.
 Babamdan sonra her vefat yıl dönümünde bir şeyler yazarken aklımın erdiği döneme ait o kadar çok anı akıp geçiyor ki ve yazmasam da yazarken onunla bir arada o günleri hissediyorum.
 Babamın şiirleri, resimleri ve kısa not olarak yazdıklarını kimi zaman okuyor ve bakıyorum. Onun ülkesine ve Atatürk’e olan sevgisini, işine olan ilgisini düşlüyorum. Bayram günü dahi mesai almadan iş ile ilgili gel denildiğinde nasıl koşar adımla işe gittiği gözümün önüne geliyor. Memlekete olan tutkusu ailesine olan bağı, çevresine olan yaklaşımı usuma geliyor. Vatana memlekete olan bağı ve bizlere  bu anlamda anlatıları geliyor aklıma. Yaşadığı süre de düzenli bir yaşamı hedefledi. Daha tıraş olmadan sokağa adıma tığını anımsamam. Kurallara bağlılığı, düzene tertibe verdiği önemi ile yeni dünya düzeni dedikleri yaşamdaki yaklaşımları mukayese ettiğimde nerelerden nerelere geldik dediğimde oluyor.
 Bizlere iyi insan olma öğretisini annem ve babam öğütledi. Harama el uzatmamayı, çevre ve dostu önemsemeyi, iyi insan olmayı vazgeçilmez değerler olarak bizlere yansıttılar. Elimizden geldiğince öğrettiklerini uygulama gayreti ile ömrümüzü sürdürdük. En önemli bağlarımızdan biri insan sevgisi yanında memleket sevgisini de ailemizden kazandık. Babamda annemde Niğde için hep iyi ve güzel olanın anlatılmasını isterlerdi. Sanki memlekette yanlış yok mu? Olsa da çok kötüler öne çıkmasın isterlerdi. Doğru ve güzel olan daha çok önde olması gerektiğine vurgu yapalardı. Toplum için olan yanlışları düzelmesi içinde çaba sarf etmemiz gerektiğini dile getirirlerdi.
Babamında aneminde emekleri yanında öğretileri de bizler için rehber oldu. Babamsız geçen yıllarda hep özlemle anarak “ah babam keşke  yaşasa da bugünlerde bir arada olsa idik1 diye içimden geçirdim.
 Güzel candan sevgi ile gülüşünü ve onunla geçen anları yaşadığım sürece hep göz önünde tutacağım öğütlerini ve öğretilerini tuttuğum gibi. Ne denir Allah rahmet eylesin. Özlemle anıyorum.