HABERERK/KRİTİK -2-

12 EYLÜL REFERANDUMU'NDAN 12 HAZİRAN'A


Kim hangi teselli edebiyatına sarılırsa sarılsın 12 Haziran'da yaşanan açık bir hezimettir, adeta bir depremdir... 
Aslında depremin öncüsü 12 Eylül referandumunda yaşanmıştı... 
Hatırlayalım bakalım parti yetkilileri daha 9 ay önce yaşanan referandumdan sonra, partiiçi kamuoyunu tatmin etmek için neler söylemişti: "MHP kalelerinde kaybetti" iddiasına cevap veren Genel Sekreker Cihan Paçacı, 'evet' oylarının ezip geçtiği Erzurum, Kırıkkale, Çankırı, Yozgat, Kahramanmaraş gibi illerle ilgili "Oralar zaten bizim kalemiz değildi ki!" demişti...
Yine başarısızlığı örtbas gayretiyle Genel Merkez'den yayılan havaya göre, referandumda 'hayır' oyu veren yüzde 42'lik kesim içinde MHP'nin payı CHP'den yüksekti!.. O kafaya göre, CHP'lilerin çoğu çaktırmadan 'evet' vermişti!..
Gerçi il il, ilçe ilçe sandık sonuçları ortadaydı ama, her yaptığını, her dediğini doğru zanneden ve ülkücü kitleyi o pörsümüş anlayışla, kapalı devre gazlama sistemiyle yönetmeye alışmış zihniyet bu tablodan hiç bir ders çıkarma ihtiyacı hissetmedi...
Ve bugünkü sonuç bağıra bağıra geldi....
Her türlü başarıyı kendisiyle izah eden, ama her türlü başarısızlığı 'dış faktörler'le açıklamaya alışmış zihniyet bu tablonun en büyük müsebbibidir...
MHP yıllardır, AKP'yle değil, CHP'yle yarışır hale getirilmiştir...
Seçmenin büyük bir kısmı AKP'nin etki alanına terkedilmiş, söylemler, adaylar, stratejiler CHP'nin de hitap etmeye çalıştığı alana göre seçilmeye başlanmıştır... Bu konsept MHP'ye oy vermeyi düşünen seçmende tereddüt doğururken, MHP'nin geleneksel alanına göz diken AKP'nin elini rahatlatmıştır... AKP bizim boşalttığımız alanda tek kale maç yapmaktadır... Zaten sonuçlar da bunu tartışmaya kapalı biçimde ortaya koymuştur...
"Biz etnik, dini ve bölgesel milliyetçiliğe karşıyız" sözünün sürekli tekrarlayan bir Recep Tayyip Erdoğan'ın, kendisini 'milliyetçi' veya 'milliyetçi-muhafazakar' olarak tanımlayan bir seçmen kitlesinden önemli oranda oy toplaması çok garip bir çelişkidir... Fakat kabul etmeliyiz ki, bu çelişkiye rağmen oyların MHP'den kaçmasına sebep olan bir duruş bozukluğu sözkonusudur...
Son üç seçim ve iki referandum gösteriyor ki, Anadolu'daki milliyetçi-muhazakar seçmen kitlesinin büyük çoğunluğu kendilerini MHP'de değil AKP'de ifade eder hale gelmiştir... Bunda AKP'nin illüzyonu kadar MHP'nin ilgisiz tavrı da etkili olmuştur... İç göç alan yerlerdeki konjönkürel kıpırdanma adeta yeterli sayılmış, Türk milliyetçiliğinin doğduğu ve serpildiği coğrafyanın değerleri partiyi yöneten anlayışta ve propaganda da gözardı edilmiştir... Bu çarpık durum, partinin siyasi hasımları tarafından "CHP'lileşmek" olarak propaganda edilmiş, seçmende bu algı maalesef karşılık bulmuştur... MHP'de ise bu algıyı ortadan kaldırmaya yönelik hiçbir çaba göze çarpmamıştır...
Genel Başkan'ın ağzından ifadeyle referandumdan sonra 'karanlık bir sürec'e girmiş ülkede, yine ülkenin bölünme aşamasında geldiğinin en büyük oy isteme gerekçesi olduğu bir ortamda, milliyetçi partinin oy kaybetmesi sadece dış sebeplerle asla açıklanamaz...
Eleştiri ve teklife kapalı, hatadan adeta münezzeh bir anlayışla yönetilen ve duvara çarptığında başarısızlığı kabullenmek yerine, onu bile başarı olarak sunma gayretine girebilen bir çarpıklıkla yönetiliyoruz...
Endişemiz o ki, bu çarpıklık giderilmediği sürece, her seçimde yaşanan mağlubiyetler zinciri kalıcı hale gelecektir...
'Mağlubiyet' elbette kötüdür, ama 'mağlubiyeti doğru okuyamamak' ondan daha kötüdür... Çünkü birincisi geçici, ikincisi kalıcıdır...

MUTFAKTA BAŞKA BİRİ Mİ VAR?
Kimse parti yönetimindeki aksaklıklar için malum skandalla istifa edenleri tek başına suçlu ilan edip sorumluluğu bunların üzerine yıkmaya kalkmasın... O insanlar kongrelerde listeleri delerek, lidere rağmen o makamlara gelmediler... Tam tersine bütün itirazlara rağmen seçildiler ve korundular... Prens muamelesi gördüler, parti içi dokunulmazlığa kavuştular... Bu dokunulmazlığı onlara bir başka kurum vermedi...
İstanbul İl Kongresi'ni bir hatırlayalım... Sayın Genel Başkan hayatındaki en büyük partiiçi performansı malum il başkanını korumak için göstermiş, muhaliflere etmediği hakareti bırakmamıştı... O muhalifler ki, hep yanında olmuşlardı...
Yetkili kurulların partiyi yönetmeleri için makam ve imkan verdiklerinin, o imkanları nerelerde kullandıkları daha sonra ortaya çıktı!..
Oysa listeleri de bunlar yaptı...
Sözde yoklamalarla aday tesbiti yapılıyor zannedilirken, 'açık oy-gizli sayım' gibi ilkel bir yöntemle işi kitabına uyduranlara sormak lazım:
Şimdi kim açıklayacak Mersin'i, Hatay'ı, Adana'yı, Sivas'ı, Manisa'yı, Kahramanmaraş'ı, Kırıkkale'yi, Çorum'u, İzmir'i, Karadeniz'i ve onlarca ilde yaşanan rezaleti?
Kim açıklayacak, her lider kendi ilinde tulum çıkarırken, Osmaniye'deki mağlubiyeti?
Her seçim akşamı renkli haritalar yayınlanırken, milliyetçi hareketin adeta tasfiye edilmiş gibi renginin yok olmaya yüz tuttuğunu kim izah edecek?
Muhalefetteyken bile oy kaybetmek gibi bir 'hüner'i kim sahiplenecek?

BİR GARİP KAMPANYA
Üç parti içinde en zayıf kampanya MHP'nin yaptığıydı... 1999 başarısında büyük pay sahibi olan kampanyayla bu seçimlerde yapılan kampanya mukayese bile kabul etmez cinstendi... Akılda pek kalmayan sloganlar, kötü görsel malzemeler, afişlerdeki "Uzlaşmacı anayasa olacak" gibi Türkçe fakiri zavallı ifadeler, hatırda kalmayan müzikler... Bu silik kampanya bile seçim sürecinin ne kadar kötü yönetildiğinin bir göstergesi oldu...
Diyarbakır mitingi haricinde kampanyanın seçmende artı doğurduğu herhangi bir faaliyet göze çarpmadı... Şeffaflıktan uzak bir harcama anlayışıyla TRT'de görev yapan bir solcuya teslim edilen propaganda kampanyasına kaç para harcandı bilemiyoruz ama bu kampanyanın AKP ve CHP'nin kampanyasına göre çok cılız ve etkisiz kaldığı aşikardı... Burada da yine kendi insanımıza olan güvensizlik ortaya çıktı... 1999 kampanyasını yarı amatör ruhla yapanlar ülkücülerdi ve sonuç çok parlaktı... 2011'de solcularla alınan mesafe de ortada!...

ŞİMDİ NE OLACAK?
Türk milliyetçiliğinin ilk mağlubiyeti değil bu... Sıkıntı, yenile yenile daha iyi yenilmeyi öğrenememiz belki de... Bu krizdir ve bu krizi aşmamızın birinci şartı, mağlubiyeti doğru okumaktır... Ondan sonrası sağlıklı bir gelecek perspektifi ortaya koyabilmektir... Herhalde en kötü senaryo da, her türlü başarısızlığı dış faktörlere bağlayarak, ülkücünün hissiyatını yok sayıp, hiçbir şey olmamış gibi davranmaktır...
Türkiye önemli siyasi gelişmelere gebe... Bu siyasi gelişmeler yeni kırılmalar meydana getirebilir, getirecektir de... Muhtemel anayasa değişikliği ve onun sonrasında doğacak gelişmeler, milliyetçilere yeni ve çok daha güçlü biçimde siyaset yapma alanı açacaktır... Milli değerler ve üniter yapıya yönelik girişimler, milliyetçi eksenli siyasete ihtiyacı pekiştirecektir... Muhafazakarlığı da kapsayan, ama son zamanlarda Batı'dan devşirilmiş seçmen kitlesini de uzaklaştırmayan, bütünleştirici bir siyasi çizginin kredisi yükselecektir... 'Doğru çizgi', 'doğru adım' ve en önemlisi bu adımları atacak 'doğru adam'larla yeniden dikilmek bir mecburiyettir... Hedef kitlesini yüzde 40'ın değil, yüzde 100'ün içinde arayan, tutarlı ve samimi bir siyasetin bu coğrafyada büyümeme ihtimali yoktur... Üstelik milletlerin hayatında normal şartlarda çok hissedilmeyen ama saldırıya maruzken, derhal kendini belli ederek yükselişe geçen milliyetçi hissiyatın yeniden tek adresi olmak bizim elimizdedir...
AKP ve CHP'nin önümüzdeki dönemde yapacağı her işbirliği siyasette yeni dalgalanmalara yol açacaktır... Nasıl şu peydahlanan "CHP'lileşme" veya "CHP'yle yakınlaşma" algısı MHP'ye zarar verdiyse, aynı ihtimal AKP için de fazlasıyla geçerlidir...
Anayasa değişikliğiyle ilgili karşılıklı göz kırpmalar ve CHP'nin AKP'ye teşne duruşu MHP'ye çok ciddi yeni siyasi alanlar açabilecektir... Burada hayati olan, MHP'yi yönetenlerin, daha doğrusu bundan sonra yönetecek olanların bu süreci çok iyi yönlendirebilecek ehliyet ve liyakatte olmalarıdır...
Yine Recep Tayyip Erdoğan'ın köşke çıkma ihtimali, siyasetteki taşları yerinden fazlasıyla oynatacaktır... Nedenleri, niçinleri bir başka araştırma konusudur, ama biliyoruz ki, Erdoğan -hak ederek veya etmeyerek- milliyetçi muhafazakar tabanın önemli bir kısmını bloke etmiş durumdadır... Onun Köşk'e çıkması halinde, yeni doğacak yapının aynı oranda aynı sahayı bloke etmesi çok gerçekçi görünmemektedir... Yani iki-üç yıl içinde büyük değişimlerin yaşanabileceği bir zaman kesitine doğru ilerliyoruz...
Mağlubiyet ne kadar ağır olursa olsun, çok karamsar olmaya gerek yok... Toplulukları milletleştiren nasıl ki, çoğunlukla felaketler ve acılarsa, camialar da bu tür krizler karşısında şayet yıkılmazlarsa büyümeye doğru yol alırlar...
Formül açık:
Doğru çizgi, doğru adamlar ve doğru adımlar... 
 

Editör: TE Bilişim