Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal konjonktürden kaynaklı, yerel seçimler yaklaştıkça siyasi partiler arası rekabet daha da hararetlenmektedir. Eteklerdeki taşlar dökülürken, bir birleri üzerinden sistemin tüm kirlerini taşıdıkları, çoğalttıklarını da sergilemektedirler.
     Kapitalist siyasetinin neresinde dururlarsa dursunlar tümü sandığı adres göstermektedir. Böylece işçi ve emekçilerin insanca bir yaşam için değişim umutları bu sandıklara hapsedilmek istenmektedir. Çöplüklerden çıkan oylar, aniden kesilen elektrikler, dijital ortama hâkim güçler ve tüm bu tecrübeler ayaklarımızın birinin sokakta alanda birinin ise sandıkta olması zorunluluğunu göstermektedir.
      Çürümenin dipsizliğinde politika yapanlar, içlerinde engelleyemedikleri o iktidar hırsının telkinleriyle hareket etmektedirler. Böylece buzdağının görülmeyen kısmı açığa çıkmaktadır. Egemenlerin, zenginlerin siyasetinde kazanmak için her yol mubahtır. Zengin egemenler güdümlerindeki genel akım medya ile on milyonları maniple etmek için kullanıldığı öteden beri bilinmektedir. Haziran Direnişi sonrası iyice inandırıcılığını kaybeden genel akım medya, hangi tarafın safındaysa oraya hizmet etmeye devam etmektedir.
       Haber içeriği, tartışma platformları vb. programlarla politik figüranlara sağlanan birer kürsüdür yazılı, görsel tüm medya araçları. Buraya kadar medya üzerinden söylenen, manipülasyon işinin sadece bir yönüdür. Ancak milyonları yönlendirme işinde medya yalnız değildir. Burjuvazinin en az medya kadar etkili bir başka aracı daha vardır. Çeşitli dönemlerde değişen gündemlere dair çalışma yürüten sözde araştırma şirketleri emekçilerin yönlendirilmesi için etkili bir silah olarak kullanılmaktadır.
       Bu “bağımsız araştırma şirketlerinin”, adı üzerinde bir sermaye kuruluşu olduğundan, safı zaten bellidir. Ancak muazzam bir yönlendirme imkânı bulunmaktadır. Günlük yaşamın yoğunluğu içinde sınıfsal içgüdüsüne dayanarak olayların gelişimi hakkında yorum yapma yetisinden mahrum bırakılan, kavrayışını kuvvetlendiren bilinçlenme süreçlerinden uzak tutulanlar, bağımsız duruşunu kolayca kaybetmekte, yönlendirmeye açık hale gelmektedirler.
İşte böylesi durumlarda kapitalist ama “bağımsız” olma iddiasındaki araştırma şirketleri devreye girer. Bir takım araştırmalar büyük reklam kampanyalarıyla milyonların gözünün içine sokulur. Sadece seçimler için değil, bir ürüne pazar yaratılmak, alıcısı arttırılmak için de etkili bir yöntemdir. Egemen zengin oligarkların ihtiyaçlarına göre uygun olan bir figür(an) varsa, önceden popülaritesi artırılmaya başlanır. İsmini daha çok duyar oluruz. Koşullar ve ihtiyaçlar değişmemişse, anketlerde de bir kurtarıcı olarak karşımıza çıkar.
      Elbette gözleri daha fazla kazançta olan, konumunu kaybetmemek için büyük bir direnç gösteren düzen siyasetçileri arasında ortaya çıkan dalaşmalar, böylesine telkinlerle tesir altına alınmaya çalışılan milyonlarda kuşku uyanmasına yol açar. Anlaşılır ki, devasa paralarla kurulan bu sermaye kuruluşları piyasaya iş yapmaktadır. Siyaset de bir piyasa, pazar olduğundan hem gelecekte önlerinin daha da açılması, hem de mutlaka en iyi teklifi aldıkları için kolayca satın alınırlar. Kapitalizmin etiği de budur zaten, para her kapıyı açar.
       Bugünlerde gerçek yüzü açığa çıkan Konsensus Araştırma Şirketi de bu “bağımsız” kuruluşlardan biridir. Konsensus’un, Habertürk için yaptığı seçim anketi yayınlanmadan önce etkili ve yetkililerin düzeltmelerinden geçirildikten sonra kamuoyuyla paylaşıldığı artık biliniyor. Bu olayla ilgili ses kayıtları her şeyi açık seçik gösteriyor.  Habertürk gazetesinin Yönetim Kurulu Başkanvekili Mehmet Fatih Saraç ile gazetenin Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı arasındaki konuşmalar hem bu araştırma kuruluşlarının hem de düzen medyasının ne kadar “tarafsız” ve “objektif” olduğunu açığa çıkarmaktadır.
        Zaten Sayın Fatih Altaylı konu ile ilgili, "Türk medyasının durumu ne kadar vahimse benim durumum da o kadar vahim" diyerek durumu özetlemektedir. Elbette sırrın ifşa edilmesinde kendince kusurlu gördüğü üç basın emekçisinin işine son vererek “gardını” aldığını da gösteriyor. Bu düzende işçi ve emekçilerin sırtından kazananlar ne kadar temizse, bu düzenin medyası ve araştırma şirketleri de o kadar temizdir. Her fırsatta sokağı, alanları ve işçi emekçi havzalarını pas geçerek sandığı adres gösterenlerin seçime böyle hazırlanıyor olmaları bakımından anket ve sondalama yapan “şirketlerin” açıklamalarının kimin için ne anlam ifade ettiği apaçık ortadır.
      Ezilenlerin, emekçilerin, yok ve hor görülenlerin siyasetini yapanların sondalarla, anket şirketlerine onların yapacağı açıklamalara ihtiyacı yoktur. Alan ve sokağı bırakmadan yerel seçim çalışmalarına,  parlamentarizmin gölgesinde kalmadan militan kitle mücadelesini örmesini bilmelidir.