Otoriter kimlikli yönetimler ancak tam itaat, sonsuz sadakat ve itirazsız biat için üyelerini uyuma zorlayabilirler. İktidarlar devlet memurlarını ne denli yumuşak başlı, evet demeye hazır, mevcutla yetinir bir duruma getirmişse o kadar onları istismar etmiş demektir. Son zamanlarda iktidarın bürokrasideki uygulamalarının ortaya koyduğu manzara budur. 
AKP iktidarı uygulamalarıyla devlet memurlarını AKP memuru haline getirmiştir. AKP’nin görevden alma, statü sarsma, hakkını teslim etmeme, KHK’larla güvensiz bir ortam yaratma, memuru yumuşak başlı ve muti tutmaya yönelik uygulamalarıdır.
İktidar, uygulamalarıyla devlet memurlarının teneffüs ettiği boğucu sosyokültürel iklimi, konformist bir yumuşaklığa dönüştürmüş bulunmaktadır. Devlet dairelerinde çalışan memur ve bürokratlar, suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan,  “evet efendimci” bir kimliğe bürünmüş bulunmaktadır. İktidar on yıllık uygulamalarıyla  “Yukarıdakiler en iyisini bilir”  formatı içinde yönetilme arzusunu kutsayan bir gelenek yaratmıştır.
Bu bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisidir. Çünkü bütün yaratıcılık, ilerleme ve gelişmeler, sisteme teslim olmanın değil, meydan okumanın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
İktidar, insanlara kendilerini ilgilendiren konularda bile  “hayır” deme ve hatta şaşırma hakkını tanımamaktadır. Bu durum memurların yaratıcılık yetenekleriyle birlikte, geleceklerini de köreltmektedir. 
İnsanların öz cevherini yitirmeden kayıtsız şartsız itaatçi ve konformist olamayacakları düşünüldüğünde, gelinen aşamanın vahameti anlaşılmış olur.
Kaldı ki günümüzde gelişmiş ve gelişmemiş toplumlardan değil; insanına ve onun özgürlüğüne, zihinsel gücüne, yaratıcı yeteneklerine yeterli değeri vermeyi öğrenmiş ya da öğrenememiş toplumlardan bahsedilebilir. Zengin ve bol kaynaklara sahip olmanın toplumların kalkınması için gerekli, ancak yeterli olmadığı açıktır. Zira bugün dünyada  “en etkin”  ve  “en güçlü” olan ülkeler kaynakları bol olan ülkeler değil, toplumsal aklı, en özgür biçimde organize eden ülkelerdir. İnsanların beyin güçlerini özgürce kullanabilmeleri, başarılı olmalarının en önemli şartları arasındadır. 
Kurumların etkinliği, beyin gücünün, finansmanın ve zamanın amaçlara uygun değerlendirilmesine bağlıdır. Bu üç unsur arasında en önemli olanı kurumun sahip olduğu beyin gücüdür. Beyin gücü; örgütte çalışan insanların bilgi, deneyim, girişim ve örgütlenme yeteneği ile yönetim kabiliyetlerini kapsar. Finansman kaynağı, zaman veya diğer üretim faktörlerinin varlığı memur kendini güvende hissetmiyorsa çok fazla bir anlamı olmaz. Bir devlet dairesinde memurlar özgürce düşünce ve girişim güçlerini eyleme koyamıyorlarsa, onların hangi yaratıcı yeteneğe ya da beceriye sahip olduklarının fazla önemi yoktur. 
Göz kamaştıran Japon kalkınmasının ardında da insana, özgürlüğüne, yaratıcı gücüne ve yeteneğine verilen kayıtsız şartsız önem vardır.  Japon geleneklerinde, birlikte çalışan kişilerin yeteneklerini paylaşıp, bunları herkesin yararına olacak şekilde kullanmak ibadet gibi kutsal görülür. Ayrıca onlar, bireysel aklın sınırına inandıkları için örgütte çalışan insanların tamamının aklından yararlanmak yolunu seçmektedirler. 
Unutmamak gerekir ki başarı, etkinlik, teknolojik liderlik ve rekabet gücü tamamen kurumun sahip olduğu beyin gücünü kullanabilme yeteneği ile ilgilidir. Böylece yalnız özgürlüğün ya da yeteneğin değil başka özgürlüklerin ve yeteneklerin de birbirleriyle etkileşime sokularak yeni bir sinerji yaratılmasını sağlamaktadırlar. 
Türkiye’de ise iktidar, devlet memurlarının düşünsel güçlerini, yeteneklerini ve yaratıcı zekâlarını aktifleştirmemek için elinden gelen her şeyi yapmaktadır. Yandaş olmayan memurların yetenek ve düşünsel kıvılcımlarını söndürmek için her türden baskı, sürgün, görevden alma ve sindirmeyi meşru bir yöntem olarak kullanmaktadır. AKP İktidarı, devlet memurlarından yalnızca itaat ve biat istemektedir. Devlet dairelerindeki üretimsizlik, verimsizlik ve etkisizliğin temel nedeni de budur.