Ahi Evran, ( Şeyh Nasırettin Mahmut el Hoyi); (1171- 1261) Ahiliğin kurucusudur ve dericilerin de piri sayılmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde  90 küsür yıl yaşamıştır. Kendisi İran’ın Hoy kasabasında doğmuştur. Önceleri Azerbaycan, Bağdat ve  daha sonraları Anadolu’ya göç eden bir Türk bilim ve gönül adamıdır.
Ahi Evrana göre ahlaki değerlerin yozlaşması, toplum için en büyük tehlikedir. Ahilik sistemi Anadolu'da  800 yıldır yaşatılan bir güzel geleneğimizdir.
Ahi’nin sözlük anlamı "kardeşim" demektir.  Divânu Lügati’t-Türk’te, eli açık, cömert, yiğit, delikanlı gibi anlamlar ifade eder.
Türk Tarihinde Ahilik sadece esnaf teşkilatlanması değil aynu zamanda bir devlet sisteminin de adıdır.
Ahilik Teşkilatının, Orta Asya’dan beri devam edegelen Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında hizmeti  büyüktür.  Bu gelenek  başta Ahmet Yesevi Hazretleri,  Hacı Bektaş-ı Veli, Mevlana, Taptuk Emre, Şeyh Edebali, Akşemseddin, Molla Gürani, Hacı Bayram-ı Veli gibi yüce insanların üzerinde israrla durduğu, Selçuklu ve osmanlı devletinin yükselmesi, büyümesi ve Cihan devleti haline gelmesinde önemi rol oynamıştır.
 Ahi Evran, 1205’ yıında ilk olarak Kayseri’de ve  daha sonra Kırşehirde Ahilik Teşkilatını kurduktan sonra Anadolu’nun her bir köşesine sistematik olarak yayılmıştır.
Ahi Evran'ın “Letaif-i Hikmet” adlı eserinde;
“C. Allah insanları, yemek, içmek, giymek, evlenmek, mesken edinmek gibi çok şeylere muhtaç kılarak yaratmıştır. Hiç kimse kendi başına bu ihtiyaçları karşılayamaz. Bu yüzden demircilik, marangozluk, dericilik gibi çeşitli meslekleri yürütmek için çok insan gerekli olduğu gibi, bu meslek dallarının gerektiği alet ve edavatı imal etmek için de birçok insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu yüzden toplumun ihtiyaç duyduğu ürünlerin üretimi için gerekli olan bütün sanat kollarını yaşatılması şarttır. Bununla da kalmayıp, insanların sonradan doğacak ihtiyaçlarını karşılamak için yeni sanat dallarının meydana getirilmesi gerekmektedir.”
Ahi Evran, kalfalıktan ustalığa yükselenlere kuşak bağlarken şu öğütlerde bulunmuştur;
“Harama bakma, haram yeme, içme. Doğru, sabırlı, dayanıklı ol. Yalan söyleme. Büyüklerden önce söze başlama. Kimseyi kandırma. Kanaatkâr ol. Dünya malına tamah etme. Yanlış ölçme, eksik tartma. Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken başkalarına verecek kadar cömert ol. Eline, diline, beline sahip ol. Kalbini, kapını, alnını açık tut. Ahi’nin eli, kapısı, sofrası açık olmalı; gözü, beli ve dili kapalı olmalı. Eşine, işine, aşına özen göstermelidir.'' Derken, Kanaatkâr ve üretici olmayı, tüketicinin haklarına riayet etmeyi, doğru ve dürüst olmayı tavsiye etmektedir.
Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar bütün vezir, vezir-i azam (başvekil), ordu komutanları ve kadılar  Ahi kökenlidir.
Ahilik geleneğinin özünde riya yoktur. Ahlak, hoşgörü, hakca adalet, insani değerlere saygı ve halka hizmet etmeyi  ibadet sayma anlayışı vardır. Ne zaman ki, bu kurallar gözardı edilmiş, o zaman çöküntüler, yolsuzluklar, hırsızlıklar, haksızlıklar, din istirmacılığı baş göstermiştir.
Nerede o “ veren elin, alan elden üstün olduğu, komşusu açken kendisi tok yatanın hayırsız kabul edildiği, komşu esnafın siftah yapması için fedakarlık edildiği, yanlış, hatalı mal üretenin pabucunun dama atılıp cezalandırıldığı güzel geleneklerimiz?
Aslında yeni Anayasa çalışmalarında bu sosyal düzene yeniden  yer verilmesi en büyük dileğimizdir.