Anlamak, anlaşılmak ve yüreği ortaya koyarak feryat etmek
                Milletin derdini bilmek, o dert ile dertlenmek, varlığını var olduğu milletine adamak, ama bazen istihzai bir tebessüm, bazen ceberut tavır, kimi zaman da dost sandıklarından bile mesafeli yaklaşımlar…
                Ülkücü olmanın ve ülkücü kalmanın bedeli dün belli idi bugün de değişen bir şey yok.
                Kınayanların kınamasına aldırmadan dosta güven düşmana korku salmanın ve mazlumun umudu olmak zorundasın ülkücü isen ve böyle bir ideal adına yollara düşüyorsan.
                Tarihte de hep öyle olmamış mı?
                Mesela “Kür Şad” der, Atsız:
                Kür Şad ne büyük ülkeler almış, ne yüksek kanunlar koymuş, ne de yoksul milleti zengin etmiştir. Fakat bununla beraber o cihan tarihinin, hiç şüphesiz birinci kahramanıdır. Tarihin herhangi bir yaprağına sıkışmış birkaç satırlık malûmattan Kür Şad’ın büyük rolünü çıkarabilmek güçtür. Bunun için, büyük şöhretlilerin yanında bazen ünsüzlerin de pek büyük fedakârlıklar yapabileceğini düşünmek lazımdır.
                Ve ardından milletin için kendini feda etmeyi Kür Şad’ın şahsında şöyle ifade eder:
“Tarih, adını bile bilmediğimiz birçok kahramanlar yetiştirmiş olabilir. Irak cephesinde, tek başına bir İngiliz süvari alayıyla çarpışmak cesaretini gönlünde bulan topal bir Türk piyade neferi gibi bir millete şan verecek erler bulunur. Fakat zaman ve mekân şartlarını da nazarı dikkate alınca bunlardan hiçbirinin Kür Şad’a yetişemeyeceği teslim olunur. Arkasını kendi ordusuna veya ülkesine dayayınca, birkaç misli düşmanla çarpışmak, herkes için olmasa bile, yapılabilecek bir kahramanlıktır. Kendi menfaatini millî menfaatle birleştirerek mevki ve şeref için kabadayılık edecek insanlar da çoktur. Fakat ne mevki ne de şerefi düşünmeden, sırf millet için ve kendi kanı pahasına başkasını tahta çıkarmak üzere çekilen kılıcın sahibine saygı ile baş eğmek lâzımdır.”
                Evet. Tarihin sayfaları meçhul kahramanlarla ebedîleşmiş; nice ülkü devlerinin adı mezar taşına nakşedilirken, onları meçhuller kollarına almış, sonsuzluğa pervaz ettirmiştir.
Gönüller o ülkü devlerinin demine pervane, gözler onların hasretiyle nemli olduktan sonra, meçhul veya ma'lûm olmasının ne ehemmiyeti var!
Çünkü insanlığın kaderine te'sir eden gerçek Fâtihler, ülkücülerin kasvetli bulutlarla kaplı ufuklarında birer güneş gibi doğmuşlardır.
Kim bilir belki de bu karanlık günler yeniden o adsız sansız ülkücülerle bir kez daha diriliş muştusunu sunacaktır.
Ama biline ki ülkücülerin milletinin kaderi ile hemhal ettikleri ülküleri hakim olmazsa ülkeye, hicran içindeki gönlümüzün en son durağı hüsran olur endişesi de yürekleri yakmaktadır...
Haydi yiğitler, birileri anlamasa da, tarihin derinliklerinden geleceğe nakş olacak ülküler adına, adsız sansız olsa da yeni bir kahramanlık destanı yazmaya…
Nerde kaldı o çağlar ki. 
Analar arslan doğururdu. 
Hilkat insan çamurunu, 
Destanlarla yoğururdu.

Nerde o yiğitler ki gür. 
Sesleri ülkeyi burur 
"Yürü" dese dağlar yürür, 
"Dur" dese dağlar dururdu.