8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. 102. yılını kutlayacağımız 8 Mart, ücretlerin yükseltilmesi, çalışma saatlerinin düşürülmesi, “Eşit işe eşit ücret!” talepleriyle kadın emekçiler greve çıktıkları için egemenlerin kolluk güçleri tarafından yakılarak katledilmişti. Bu günü unutturmamak ve bir mücadele günün olduğunu hatırlatmak için 100 yılı aşkındır kutlana gelmektedir.
 
 
     8 Mart, emekçi kadınların kanlarıyla kızıllaştırdıkları bir mücadele günü olarak tarihe geçti. Ancak zenginler, tıpkı 1 Mayıs gibi, 8 Mart’ın da bir mücadele günü olduğu gerçeğini karartmak için elinden geleni yaptı. 8 Mart’ı “şenlikli-hediyeli, çiçekli-böcekli bir kadınlar günü”ne çevirmeye çalışıyorlar. Tüm çabalarına rağmen, 8 Martlarda emekçi kadınların öfkesinin sokaklara taşmasına ve mücadele alanlarına çıkmasına engel olamadılar.
 
     Üniversitelerden fabrikalara, fabrikalardan tarlalara emekçi kadınlar bu sistemde derin bir ayrımcılığa, eşitsizliğe ve çok yönlü bir sömürüye maruz kalıyorlar.
 
     Emekçi kadınlar aynı işi yapmalarına rağmen daha düşük ücrete çalıştırılıyorlar. Patronlar, “nasılsa hakkını arayamaz” diyerek öncelikle kadın işçi ve emekçileri kapının önüne koyuyorlar. Emekçi kadınlar, hamile kalma, doğum yapma ya da kreş ihtiyacını karşılayamama gibi nedenlerle çalışma yaşamının dışına itiliyorlar.
 
     İkinci cins sayılan kadın emekçiler yaşamın her alanında ikinci plana itiliyor. Ev işleri, çocuk bakımı mevcut toplumsal işbölümünde kadınların sırtına yıkılıyor. Kapitalizmin kaynaklık ettiği bu çifte sömürü, güç kazanan AK Partisi ideoloji sayesinde alabildiğine meşrulaştırılıyor.
 
     Öğrenci yurtlarındaki giriş çıkış saatleri ayrımcılığından tutunda,. Erkek öğrencilerin “ahlak polisliğine” soyunduğu, yurt yönetimlerindeki kadın çalışanların bile erkek egemen kültürün etkisiyle üniversiteli genç kadınlara akla hayale gelmeyecek zorluklar çıkarılması 21. yüz yıl Türkiye’si için utanç perdesi olmaya devam ediyor.
 
     Kadın bedenini alınıp-satılan bir metaya çeviren kapitalizm, aynı zamanda “namus” adı altında da kadına yönelik şiddeti teşvik ediyor. Kadınlar fiziksel şiddetin yanı sıra taciz, tecavüz gibi her türden cinsel şiddetin de hedefi oluyorlar. Devlet ise polisinden yargısına tüm düzen kurumlarıyla katillerin ve tecavüzcülerin adeta koruması altında tutup, cesaretlendiriyor.
 
     Devletleşen AK partisi eliyle örgütlenen “ılımlı İslam” yoluyla ise kadına yönelik şiddet daha da derin boyutlar kazanıyor. Ağzından salyalar akıtarak “örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, ya satılıktır ya kiralık!” diyen çağ dışı siyasetçileri ya da “dekolte giyinen kadının tacize tecavüze uğraması doğaldır, şikâyet etmesin!” diye buyurarak tecavüzcüleri meşrulaştıran ilahiyat profesörlerinin hiç de istisna olmadığını ortadaki kara tablo açıkça gösteriyor.
 
     Bu düzenin emekçi kadınlara reva gördükleri ortadadır. Fabrikada, okulda, evde, sokakta ve yaşamın her alanında emekçi kadın üzerindeki baskı, sömürü ve eşitsizliğin kaynağında, zenginlerin üretim araçları ve toplumsal zenginlikler üzerindeki mülk sahipliğine dayanan kapitalizm duruyor.
 
     Tam da bu yüzden, emekçi kadınların gerçek anlamda özgürleşebilmesinin yolu kapitalizmi yıkma mücadelesinden, demokrasi ve insan hakları mücadelesinin çok yönlü büyütülmesinden geçiyor.
 
     O halde, kadın-erkek bütün ezilenler, emekçi kadınlar üzerindeki sömürü, şiddet, eşitsizlik, baskı ve gericiliğe son vermek ve geleceğimize sahip çıkmak için 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde cadde ve sokakları doldurarak, iş bırakıp taleplerimizi dosta düşmana haykırıp, tüm yerleşim birimlerinde emekçi kadınların öncülüğünde meydanları dolduralım.
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü.