1980 öncesi günlük siyasi literatürümüze giren MC (Milliyetçi Cephe) hükümetleri kavramı şiddet, baskı, derin devlet operasyonlarının zirve yaptığı, hak ve özgürlükler bahsinin tamamen kapatıldığı dönemler olarak bilinir. 7 haziran seçimleri sonrası ilk akşamdan siyasi iktidara ve muhalefet partilerine “hodri meydan” çekenler meclis başkanlığı seçimlerinde iktidara nasıl baston olduğunu ve 3. MC giden yolu nasıl döşediğini saklama telaşında.

      Dene bilir ki TBMM başkanlık seçimi, 3. Milliyetçi Cephe (MC) hükümetini kurmanın yolunu düzledi. MHP tutumuyla, koalisyon için AKP'ye göz kırpmış oldu. Bahçeli’nin seçim gece yarısı “millet bize muhalefet görevi vermiştir”den, “sorumluluktan kaçmayız”a geçiş yapan konuşması reel politikteki “U” dönüşlere çok iyi bir örnek olarak hafızalara kazınmıştır.

      Bu konuşmanın AKP'yle konjonktürel işbirliğine açılan kapısını oluşturansa; “Kürt koridoru planı Türkiye'nin birliğine saldırıdır. (...) Suriye'nin kuzeyinde yeni bir Kandil yapılanmasına asla izin verilmemelidir” vurgularıydı. 

      Yapan yapana hadi bizde bir spekülasyon yapalım.  Ortaya çıkan bu tablonun arka planını, Erdoğan ve AKP kurmayları birlikte “yol yürüyen” şakşakçı takımı oluşturuyor.  Benzer çıkışları, güvenlik zirveleri, askeri hazırlıklar üzerinden şekillenen savaş çığırtkanlığı dili milli güvenlik kurulu aracılığı ile de oluşturuluyor.

       Bugün ortaya çıkan tablonun kareleri aslında öncesinden bir bir ortaya dökülmüştü. O karelerin büyük bir çoğunluğu, bugün yan yana gelmiş oldu. Savaş hükümeti olarak hizmet verecek 3. MC hükümeti tablosunun devreye sokulması 22 yıl evvel Sivas madımak oteli katliamı benzeri katliamlar ile dışa dönük saldırgan yayılmacı politikaların organize edileceği anlamına da gelmektedir.

       Bu senaryo gerçekliğe dönüştüğü durumda, ekonomik ve siyasal krizi derinleştiren, toplumsal kutuplaşmayı büyüten bir rol oynayacak. Tarihsel devamlılık ilişkisi üzerinden tanımlandığında da yeni bir Milliyetçi Cephe hükümetiyle, işçi sınıfı ve emekçilerin kölelik koşulları derinleştirilecek, sopa siyasetiyle siyasal zor çığırından çıkacak. Öncesinden üzerinde ortaklaşıp birlikte geçirdikleri iç güvenlik yasasına yaslanarak, çıplak devlet terörünü tırmandıracaklar. 

       Mevcut toplumsal kutuplaşma ve yarılmanın derinleşmesiyle birlikte, sokak hâkimiyeti sadece devlet zoru üzerinden sağlanmak istenmeyecek. Aynı zamanda AKP ve MHP ikilisinin kemik tabanı üzerinden sokaktaki eli palalı, silahlı sivil faşist güruhun sayısı ikiye üçe katlanacak. 

      Sivil faşist güruhların önü iyiden iyiye açılmış deyim yerindeyse “taşlar bağlanmış, itler salınmış” durumu konjöktürel olarak yeni bir boyuta çıkarılmış olacaktır. Hal böyle olunca katliamlardan katliam, saldırılardan saldırı beklemek geniş emekçi yığınların makûs kaderi olarak gündemimize taşınacaktır.

      Yalnız bu kez saldırganlığın karşısında toplumsal direnme dinamiklerinin daha fazla bir birine kenetlenip büyümüş daha örgütlü bir şekilde çıkacağı unutulmamalıdır. Kobanê ve Gezi direnişlerinin dersleriyle ve 7 Haziran seçimlerinde HDP nin aldığı sonuçtan kazanılan moralle ve tüm ezilenlerin ola bildiğince birleşik bir biçimde düzene ve onun temsilcisi olan siyasi iktidara karşı fiili, meşru ve elbette ki militan bir hattan yürüteceği sokak siyaseti ile egemenin hevesi kursağında bırakılacaktır.

     Dolayısıyla kurulabilecek bir AKP-MHP koalisyonu, işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar cephesine açık bir savaş daveti yapmakla eş anlamlıdır.! Öyleyse “bu davet kabulümüzdür” deyip, mücadele hazırlığını 3. MC ye göre yapmalıyız. Yazımızın başlığında da belirdiğim üzere 3.MC vatana, millete, Türkî cumhuriyetlere ve yavru vatan kuzey Kıbrıs Türk cumhuriyetine hayırlı uğurlu olsun. Biz ezilenler, yok ve hor görülüp gadre uğrayanlar ise her türlü saldırılara hazırlıklı olalım.