YSK tarafından 7 Haziran 2015’te yapılacağı açıklanan milletvekilliği seçimi, egemenler açısından oldukça kritik bir önem taşıyor. İlk evresi yerel seçimlerle başlayan 1,5 yıllık seçim döneminin son perdesi yıl ortasında kapanmış olacak. Olağanüstü gelişmeler yaşanmadığı takdirde sonraki 3-4 yıl boyunca seçim bahsi açılmayıp sömürü düzenlerinin devamı yönünde meşrutiyetlerini sağlamış olacaklar.
 
      Resmi seçim dönemine daha uzun bir zaman olsa da seçim çalışmaları yerel seçimlerin çok öncesinden bugüne kesintisiz bir şekilde sürüyor. Gelinen yerde egemen kapitalistlerin emrindeki tüm siyasi partilerinin her türlü söz ve davranışı genel seçim hesaplarına endekslenmiş durumda.
 
      Yerel seçimlerin de cumhurbaşkanlığı seçiminin de elbette özgül önemleri vardı. 2013 Haziran Diremişiyle başlayan süreçten sonraki dönemin kritik birer uğrağıydılar. Haziran Direnişi sonucunda geri dönüşü olmayan bir yıpranma periyoduna giren AK Parti iktidarının miadını belirleyeceklerdi.
 
       Toplumsal siyasal atmosfer ile düzenin siyasal cephesinde yaşanan gelişmeler, AK Partisinin her iki seçimden de özgüven tazelenmesiyle çıkmasını sağladı. Tersinden söylemiş olursak sözüm ona ana muhalefet olan CHP nin ve iktidar şak şakçısı konumunda olan MHP’nin geniş emekçi kitleler nezdinde itibar kazanamadığı yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ve sonrasında emekçi yığınlar içerisinde HDP dışında heyecan yaratan başkaca dinamik olmadığı anlaşıldı.
 
      2015 Genel seçimlerini öncekilerden ayıran başlıca özgünlüğü, uluslararası sermayeyle entegrasyonunu tamamlamış ülkemiz kapitalistlerinin emrine amade pozisyonuyla hali hazırda görev yapan siyasal iktidarın yönelişi ve hedefleriyle ilgilidir. AK Partisi iktidarı toplumsal yaşamda ve siyasal yapıda adım adım ele geçirmiş olduğu mevzileri ve inşa ettiği rejimi kalıcılaştırmak, anayasal bir formla güvence altına almak isteğini apaçık söyleye gelmekte. Bunun yolu ise salt hükümet olmaya yeten bir milletvekili sayısı tutturmaktan öteye geçmeyi gerektiriyor. Kendilerince genel seçimlerdeki başarı ölçütü, yeni anayasayı yapmaya yetecek bir meclis aritmetiği kavuşmaktır. 
 
       Sadece ülkemiz zenginlerinin kuyruğunu kısılmış belli kesimleri değil, ABD-AB eksenli emperyalist efendiler de hoşnut olmasalar da öne çıkarabilecekleri bir seçenekten yoksun durumdalar. Yoksa Haziran Direnişi’nin yarattığı sarsıntılar peşinden gelen 17-25 Aralık operasyonlarıyla siyasal iktidarı gözden çıkartma sinyallerini kuvvetlice vermişlerdi. Ülkemiz gibi sınıfsal çelişkilerin keskin olduğu, devrimci demokratik sınıf mücadelesinin potansiyel bir tehdit olarak derinden derine mayalandığı bir toplumda, toplumsal fay hatlarındaki gerilimi sürekli körükleyen bir siyasal anlayışın, tüm ceberut yöntemleri kullansa da emekçi kitleleri uzun süreli kontrol edemeyeceği sosyolojik bir gerçekliktir.
 
     Nitekim ABD ve hegemonyasındaki emperyalist güçler Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik ustaca manevralarla yerleştirdikleri aday üzerinden siyasi iktidarın gardını düşürme hamleleri istedikleri sonucu vermedi. Hem de 17-25 Aralık yolsuzluk-rüşvet operasyonları ve video-tape sağanağı desteklerine rağmen sonuç vermedi. Tüm bu saldırıların AK Partisi tarafından püskürtüldüğü, yerel seçimler düzen muhalefetinin hezimetine dönüştüğü ölçüde, cumhurbaşkanlığı için yapılan bu tercih tam bir zavallılık olarak algılandı ve neticede ona dönüştü.
 
     An itibariyle tüm çabalarına karşın, AK Partisi ile köprüleri atmış olan emperyalistlerin ve ülkemiz zenginlerinin AK Partisinden rahatsız olan kesimlerinin ellerinde mevcut iktidara karşı sürecek bir alternatifleri yok. AK partiyle yola devam etmek ve yağan yağmurda ıslanmak zorundalar.
 
     Hali hazırda genel seçimlerde HDP dışında sıçrama yapabilecek başkaca bir siyasi dinamiğin olmaması siyasi iktidarın tüm sözcülerinin HDP’ye yönelik saldırgan tutumu ona inanan emekçi kitlelere yönelik baskı ve şiddet politikalarının kaynağını oluşturuyor. Zira düzen muhalefeti açısından da AK Partisi açısından da önümüzdeki genel seçimler varlık-yokluk sorunu olarak görülmektedir. AK Parti iktidarı işi şansa bırakmak niyetinde olmadığını toplumsal demokratik muhalefete karşı bilinen bilinmeyen tüm faşist baskı yöntemleri bir biri ardına devreye sokuyor. Her yeni gün despotik toplum mühendisliğinin yeni bir icraatıyla, polis şiddetinin ve sindirmesinin yeni bir örneğiyle çalkalanıyor.
 
      Siyasal iktidarın baskı ve şiddet politikalarını da, majestelerinin muhalefetini de boşa çıkartacak yoğunlukla halklarımızla kucaklaşarak kendi gerçekliğimizi ve demokratik değişim dönüşümü sağlayacak yegâne gücün Halkların Demokratik Partisi olduğunu tüm gücümüzle kesintisiz anlatmalıyız.